Etkinlik, Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ve tüm şehitler anısına yapılan saygı duruşu ve İstiklal Marşı ile başladı. Günün anlam ve önemine vurgu yapan konuşmalarda, kadın hakları mücadelesi ve toplumsal eşitlik konuları ele alındı.
İlk olarak, Atatürkçü Düşünce Derneği Bandırma Şube Başkanı Zeynep Yeşiltaş, ardından Bandırma Kent Konseyi Başkanı Murat Ergöz kürsüye çıkarak konuşmalarını gerçekleştirdi. Konuşmacılar, Atatürk'ün kadınlara tanıdığı hakların önemine değinirken, kadınların sosyal ve ekonomik hayatta daha güçlü bir konuma gelmesi gerektiğini vurguladı.
Atatürkçü Düşünce Derneği Bandırma Şube Başkanı Zeynep Yeşiltaş, “Dünya genelinde her yıl 8 Mart'ta kutlanan Dünya Emekçi Kadınlar Günü, kadınların sosyal, ekonomik ve siyasi başarılarını onurlandırmak ve kadın haklarına dikkat çekmek amacı taşımaktadır. Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün “Dünya'da hiçbir milletin kadını, milletini kurtuluşa ve zafere götürmekte, Anadolu kadınından daha fazla çalıştım diyemez” sözü, Türk kadınının çalışkanlığına, fedakârlığına ve vatanseverliğine vurgu yapmaktadır. Bizler de bugünün anlam ve önemine uygun olarak, gazeteci, yazar, televizyon programcısı, sunucu, belgeselci ve yazdığı kitaplarla birçok başarıya imza atmış çağdaş bir Türk kadını olan Sayın Banu Avar’ı aramızda görmekten büyük mutluluk duyuyoruz. Kendisini sizlerle buluşturmak istedik. Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlu olsun. Hepinize iyi seyirler” dedi.
Avar “Eskisi Gibi Bombalarla Değil, Zihinleri Ele Geçirerek İlerliyorlar”
Gazeteci ve yazar Banu Avar da etkinliğe onur konuğu olarak katıldı. Medya ve siyaset alanında yaptığı çalışmalarla tanınan Avar, konuşmasında kadınların toplumdaki rolü, medya ve toplumsal farkındalık üzerine görüşlerini paylaştı.
Gazeteci ve Yazar Banu Avar, “8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, kadın işçilerin haklarını savunmak için verdiği mücadelenin bir sonucudur. Ancak dikkat çekici olan, Birleşmiş Milletler ’in bugünü ‘Emekçi Kadınlar Günü’ olarak değil, ‘Dünya Kadınlar Günü’ olarak ilan etmesidir. 1975 yılına kadar bekleyen Birleşmiş Milletler, 53 yıl sonra bu ismi değiştirerek, bugünün ‘emekçi’ kimliğini geri plana itmiştir. Bu önemli bir noktadır çünkü burada bahsedilen, herhangi bir kadın değil, emekçi kadındır. O yüzden ‘hangi kadın, hangi dünya?’ diye sormak gerekiyor. Her kadın değil, emekçi kadın. Son kitabımın adı “Alaycı Kuşlar Satılık Adamlar”. Bu isim, CIA'in Gana’da gerçekleştirdiği ‘Alaycı Kuş Operasyonu’ndan geliyor. Bu operasyonda gazeteciler satın alınıyor ve ‘Ben ne duyarsam onu tekrarlayacağım’ deniliyor. Bugün de benzer bir süreçten geçiyoruz. Kadın hakları savunucularından çevreciliğe kadar birçok alanda, kitlelerin zihinleri belirli bir çerçeveye oturtuluyor. Bu sürece ‘yumuşak güç’ (soft power) deniyor. Eskisi gibi bombalarla değil, zihinleri ele geçirerek ilerliyorlar. Fethullah Gülen’in ‘sızma operasyonu’ dediği şey buydu. Onun çıkardığı derginin adı bile ‘Sızıntı’ydı. Önce zihinleri ele geçiriyorlar, sonra toplumu şekillendiriyorlar. Bu yöntem yeni değil. Sigmund Freud’un yeğeni Edward Bernays, halkla ilişkilerin babası olarak bilinir. Onun geliştirdiği teknikler, kitleleri yönlendirmek için kullanılıyor. Hitler’in propaganda mekanizmasını oluşturan da bu yöntemlerdir. Kadın hakları, Anneler Günü gibi kavramlar bile bu sistemin bir parçası haline getirilmiştir. Anneler Günü’nü ortaya atan kadın, yani Ann Jarvis, bugünü ticari amaçlarla kullanmak isteyenlere dava açmıştı. Ancak sonuç ne oldu? O kadın, hayatının sonunda sokaklarda süründü ve huzurevinde öldü. Çünkü sistem, kendi gündemini belirleyerek her şeyi kontrol altına alıyor. 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü’ne gelecek olursak, bugünün temeli, 1960 yılında Dominik Cumhuriyeti’nde diktatör Trujillo tarafından öldürülen Mirabal Kardeşler’e dayanıyor. Fakat dikkat edin, Birleşmiş Milletler bugünü 39 yıl sonra, 1999’da ‘kadına şiddete karşı mücadele günü’ olarak kabul etti. Peki, neden bu kadar beklediler? Çünkü bugün, küresel ‘demokrasi projeleri’ ile ilişkilendirildi. 1983’te Reagan tarafından ortaya atılan ‘Demokrasi Projesi’, kadınları bir araç olarak kullanmayı hedefledi. Çünkü kadın, toplumda çift yönlü etkiye sahiptir; hem ailesini hem de çevresini etkiler. O yüzden ‘kadını ele alırsak, toplumu yönlendirebiliriz’ anlayışı benimsendi. Burada asıl tehlike, kadın hareketlerinin bölünerek kullanılmasıdır. Kadına şiddete karşı mücadele hareketi, zamanla ‘erkek şiddetine hayır’ ve ‘devlet şiddetine hayır’ gibi sloganlarla genişletildi. Böylece kadın-erkek dayanışması yerine, kadın ve erkek karşı karşıya getirildi. Örneğin, bugün birçok yerde ‘erkek şiddetine hayır’ pankartlarının yanında ‘devlet şiddetine hayır’ yazılarını görüyoruz. Bu durum, toplumu ayrıştırmak için kullanılan bir yöntemdir. Biz, tarih boyunca omuz omuza yürüyen bir millet olduk. Ancak bugün, toplum cinsiyet üzerinden de bölünmeye çalışılıyor. Kadın-erkek ayrışması, küresel güçlerin en çok üzerinde durduğu konulardan biri. Çünkü bu gerçekleşirse, bireyler yalnızlaşır ve manipülasyona daha açık hale gelir. Bu süreç, sadece etnik ayrımcılıkla değil, cinsiyet temelli ayrıştırmayla da ilerliyor. Kadın kocasına, erkek eşine karşı kışkırtılıyor. Bunun sonucunda ise ‘robotlaşmış’ bireyler yaratılıyor. Bütün bu kavramlar, belirli bir amaca hizmet ediyor. LGBT hareketinden çevre politikalarına kadar her şey belirli bir plan doğrultusunda yönlendiriliyor. O yüzden bu konulara eleştirel bakmamız gerekiyor. Hangi kadın? Hangi dünya? Önce bu soruları sormamız lazım” dedi.
Etkinliğin sonunda Son kitabı adı “Alaycı Kuşlar Satılık Adamlar’ı okuyucularına imzaladı.
Haber: Serhat Barış