Geçen ocak ayının son haftası bölgemiz tarihi açısından önemli bir zaman dilimidir. Çünkü bundan 102 yıl önce Güney Marmara’da gerçekleştirilen “Akbaş Baskını” bu hafta içinde gerçekleştirildi. Edremit kaymakamı Hamdi Bey ve arkadaşlarınca gerçekleştirilen bu icraat kurtuluş harbi bilhassa kurtuluş harbinin Güney Marmara açısından çok önemlidir. Hatta ardından gelen Güney Marmara olayları için bir milattır. Bu yönüyle Bandırma’mızın yaşadığı işgallerin yaratıcı sebebi demekte mümkündür. Zaten bizi yakından ilgilendiren yönü de burasıdır.
Akbaş baskınını tam anlamıyla bilmek ve öğrenmek Güney Marmara’da ki Anzavur isyanlarını ve yabancı işgallerini anlamak için şarttır. Bu baskını bilmeyenin bu sözünü ettiğim olayları anlaması, anlatması, değerlendirmesi zordur. Çünkü bütün bu olayların başı bu baskındır. Bu baskını tanımak için ansiklopedik bilgilerine, internet bilgilerimize baktığınızda şunun dile getirildiğini görebiliriz.
Osmanlı Devleti’nin ölüm fermanı olarak değerlendirilen Mondros Mütarekesi bir bakıma İtilaf devletlerinin “Şark Meselesi”ni halletmeleri anlamını taşıyordu. Bu maksatla derhal Mütareke’nin hükümlerini uygulamaya koyuldular. Çünkü Batılı devletler böyle bir fırsatı altı asır bekleyerek yakalamışlardı. Bu mütarekenin en önemli maddelerine göre; İstanbul, Çanakkale boğazları ve istihkâmları itilaf devletlerine teslim edilecek, mühimmat ve taşıt vasıtalarına el konulacaktı.
Ayrıca 7. Maddeye göre de herhangi bir stratejik noktayı güvenliklerini tehdit gerekçesiyle işgal edebileceklerdi. İşte bu hükümler gereğince Osmanlı harbiye Nezaretin de 26 Kasım 1918 akşamına kadar Gelibolu Yarımadası ile Çanakkale’nin Anadolu yakasının askeri birliklerinden arındırılmasını istedi. Bu emir uyarınca,14. Kolordu ile 55. Tümen Gelibolu’dan Tekirdağ’a; 49.Tümen Malkara’dan Kırklareli’ye; 60.Tümen Eceabat’tan Keşan’a yer değiştirerek, Çanakkale boğazı savunmasız bir hale getirildi. Çanakkale boğazı böylece işgale hazır bir duruma geldi.
İtilaf devletleri de rahat bir şekilde boğazın iki yakasını işgal ettiler. Bu arada silah ve cephane depolarını da ele geçirdiler. Bu cephaneliklerden en önemlisi Gelibolu sahilindeki “Akbaş Deposu” idi. Akbaş, Çanakkale Boğazı’nın Gelibolu yakasında, Gelibolu ile Eceabat arasında kıyıda bir bölgenin adıdır. Mondros Mütarekesi imzalandığı sırada bu cephanelikte 8000 Rus tüfeği,40 Rus ağır makineli tüfeği,20 bin sandık cephane ile ayrıca muharebe ve istihkâm malzemesi vardı. Bu malzeme 1917 yılında Rusya’da ihtilal çıkması sebebiyle Doğu cephesinde ele geçen savaş ganimeti idi ve buraya getirilip depolanmıştı.
Mütarekeden sonra burasını koruma sorumluluğunun Fransızlar devraldı.Fakat depoda Türk subay ve askerleri de vardı.Mustafa Kemal Nutuk’ta o günleri;” Mütarekeye dahil olur olmaz,Kıtaatın muharip efradı terhis olunmuş, silah ve cephanesi elinden alınmış, kıymet-i harbiyeden mahrum bir takım kadrolar haline getirilmişti.”diyerek kısa ve net bir şekilde anlatmıştır.
İtilaf devletleri Akbaş cephaneliğindeki malzemeyi Rusya’da Bolşeviklere karşı çarpışan Varangel (Nikolayevig Varangel ) ordusu askerlerine verip, onları güçlendirerek kızıl orduya saldırtmayı düşünüyorlardı. Bu maksatla Osmanlı hükümetine resmen bu durumu bildirmişler, hükümet de bunu hemen kabul edivermişti. Oysa mütareke şartlarında bu Rus silah ve cephanesi ile ilgili bir hüküm yoktu.
Fakat Vükela Heyeti(Bakanlar Kurulu) bu malzemenin İtilaf devletlerinin malı olması gerektiği şeklindeki garip bir gerekçeyle bu isteğe boyun eğmiştir. Hatta bu kararın sonucu cephanelikteki silah ve cephaneyi Rusya’ya götürmek üzere 1920 yılı Ocak ayında Gelibolu limanına bir Rus gemisi bile gelmiştir. Bu arada İstanbul gazetelerinde çıkan Akbaştaki silah ve cephanenin Rusya’ya gönderileceği haberi hem Kuva-ı Milliyecilerin, hem de Ankara’nın dikkatini çekti. Silah ve asker getirerek uykudaki Fransa’nın Senegal’den getirdiği sömürge askerlerini de hiçbir direnişle karşılaşmadan teslim almışlardı. Depolardaki silah ve cephane 150 kişilik bir vatansever grubuyla, motorlara, kayık ve mavnalar yüklemeye başladı.
Karşılaştırıldığı üzere, sahilde bir ateş yakılarak Bergos’ta iskelede bekleyen Hamdi Bey’e haber verildi. Hamdi Bey de bu soğuk kış gecesi çok sert esen rüzgâr altında Bolayır vapurunun kaptanı Mehmet Bey’e karşıya hareket etmesini bildirdi. Sürekli devriye gezen itilaf devletleri savaş gemilerinden biri denk gelse bir anda her şeyi bitiriverirdi. Devam edecek…