Değerli Okurlarım,
İslam toplumunda Hz. Muhammed’in ölümü sonrasında ortaya çıkan devlet yönetimi sistemine hilafet dendiğini hepimiz bilmekteyiz. Bu yönetim biçimine hilafet denmesinin sebebi Hz. Muhammed'in vekili olan daha doğrusu vekili olduğu ileri sürülen yöneticilerin İslam devletini yönetmesi sebebiyle verildiği muhakkaktır. Bir başka deyişle hilafet yönetiminde devletin başında bulunan yönetici Hz. Muhammed’in vekili olarak icraat gösterdiğinden bu yönetim biçimine hilafet denmiştir. Aslında hilafet makamının başı olan halife Hz. Muhammed’in sadece yönetsel açıdan devlet yönetimi açısından halifesidir. Devlet, halife denilen yöneticinin şeriata dayalı kaidelerle ülkeyi yönetmesi şeklinde yürütülmektedir. Ancak uygulanan şeriat hukuku Hz. Muhammed’in hadislerinin ve Kur’an ayetlerinin beyanlarına uygun olarak gerçekleştirildiğinden devlet yönetimi İslam dini kaidelerine dayandığından iş başındaki halifeler Hz. Muhammed’in dinsel açıdan vekili halifesi durumunda görülmüşlerdir. Hz. Muhammed’in ölümüyle ortaya çıkan bu yönetim biçimi bir oranda biat denilen seçime dayalı olarak oluşmaktaysa da bu seçim işlemi sadece Medine’deki önce gelen İslam aile reislerinin gerçekleştirdiği belirleme ile söz konusu olduğundan bazı İslam tarihçileri halifelik yönetimini daha doğrusu 4 halife devri yönetim sistemini İslam da Cumhuriyet sistemi saysalar da tüm İslam toplumunu esas alan bir seçim söz konusu olmadığından bu yönetim sistemine Cumhuriyet sistemi demek halifelere de Cumhur Reisi benzetmesi yapmak oldukça zordur. Haliyle devletin yönetim sisteminin esası şeriat hukuku olduğundan bu yönetim sistemine laik gözüyle bakmak ve bu sisteme demokrasi sistemi benzetmesi yapmak da imkansızdır. Bu yönetim sistemi Arap toplumunda, Arap İslam toplumunda başlaması nedeni ile Türklere has bir yönetim sistemi demekte oldukça zordur. Aslında hilafet yönetiminin başlangıcında halife olmak için aranılan şartlar, bu yönetim sistemini özellikle yönetim sisteminin başı olan halifelik makamını Türklere kapatmaktadır. Çünkü İslam toplumunda halife olmak için Arap ve Kureyş kabilesine mensup olmak özelliği aranmaktadır. Bu yüzdendir ki esas itibari ile Türk bireylerin halife olması imkansızdır. Dört halife devri sonrasında halife olmak için İslam dünyasının bir başka deyişle İslam başkentinin önde gelenlerinin seçimle tespiti aranmayıp halife olma imkanının kuvvet zoruna veya veraset sistemine dayandırılması da hilafet makamını bir nevi saltanat hatta dikta yönetimine benzer şekle sokmuştur demek yerinde olacaktır düşüncesindeyim. Hilafet sisteminde uygulama şekli , iş başına geçme şekli ne olursa olsun halife olabilmek için Kureyş kabilesi mensubu olmak esası geçerliliğini koruduğundan Emeviler, Abbasiler devrinden hatta Abbasiler hanedan olarak fiilen ortadan kalktıktan sonra bile halifeler hep Kureyş mensubu kişiler olmuşlardır. Emeviler devrinde halife olma hakkı Ebusufya’nın soyu olan Ümeyye ailesinin bir başka tabirle Emevi ailesinin elinde kalırken, 1517’lere kadar Emevilere son veren Hz. Muhammed’in amcası Abbas oğulları sülalesinin elinde kalmış bu ailelerin mensubu İslam halifesi olmuşlardır. Bu yüzden bu döneme kadar hiç bir zaman Türk soyundan daha doğrusu baba soyu Arap olmayan, Türk olan hiçbir halife iş başına gelmemiştir. İşin tuhafı İslam dünyasının sadece Sünni kesiminin yönetim başı olan halifelik makamı Türklere kapalı olduğu gibi şii dünyasının yönetsel başkanlık makamı olan imamet sisteminin başı olma durumu yani imamlık makamı da Türklere kapalı kalmıştır. Çünkü bu makamda Kureyş’ten Hz. Ali sülalesine has bir makam olarak uygulama bulmuştur. Bu yüzden imamlık makamı uygulama açısından başladığından bu güne biz Türklere kapalı kaldığı gibi 1517’ye kadar hilafet makamı da biz Türklere kapalı kalmıştır. Biz Türklerden halife çıkmamasına karşılık Abbasiler devrinin son dönemlerinden başlayarak 1517’ye kadar olan sürede halifeleri belirleyen kime halife olacağına karar verip uygulatan bir ırk olmayı başarmışızdır. Gerek Selçuklu sultanları gerek onları takip eden Memluk sultanları Abbasi halifelerinin tayininde görev yapmasında etkili olmuşlar, belirli olmuşlardır. Ancak Memluklülere son veren Yavuz Sultan Selim devrinden başlayarak Osmanlı hanedanı sultanlarının halife sanını taşımaya başladıklarını görmekteyiz. Ancak Osmanlı hanedanının köken itibarı ile Kureyş mensubu olmamaları Osmanlı sultanlarının halife olma durumlarını tartışma konusu yapabilecek hatta imkansız kılabilecek bir özellik olarak karşımıza çıktığını söylemek mümkündür düşüncesindeyim. Osmanlı hanedanı veya bu hanedanın hilafetliğini kesinlik kazandırmak görüşünde olanlar Osmanlı hanedanını Kureyş’e bağlayacak ve onların halifeliğini tasdik ettirecek bir hale sokmak için Kureyş kabilesine bağlayan beyanlarda bulunurken görmekteyiz. Bu beyanlara bakılırsa Osmanlı hanedanını Çelebi Mehmet vasıtasıyla Hz. Ali sülalesi ile etnik bağı oluşturduklarından Kureyş’e mensubiyet kazanmaktadırlar. Bu iddialara göre Çelebi Mehmet vasıtası ile ana tarafından Ali soyundan Hz. Hüseyin’in neslinden bir hanımla evlenmiş bulunan Mevlana’nın oğlu Sultan Velet soyundan Osmanlı hanedanı ile evlilik gerçekleştiren bir hanım vasıtasıyla ondan gelen nesil olma sebebiyle Osmanlı hanedanı Kureyş mensubu etnik kökene sahip olmaktadırlar. Böyle dolaylı yollarla Kureyş kabilesi ile etnik bağlantı kurdurulan Osmanlı hanedanı mensubu Sultanların hilafet sistemine uydurulmaya çalışıldığı görülmektedir. Ancak bu anlatılanlar ne derece doğrudur. Kaldı ki bütün bu dolaylı anlatım esas olsa bile Osmanlıların çok uzak ana soyu vasıtası ile Kureyş’e bağlanması ne derece gerçeklik taşır ve buna dayanılarak Osmanlı soyunun Kureyş kökenli olması ne derece gerçek olabilir. Oldukça tartışmalı hatta imkansız bir durum ortadadır düşüncesindeyim. Kaldı ki Osmanlı hanedanı ana soyundan akrabalık sistemini kabul etmeyen bir hanedandır. Eğer bu hanedan ana soyuyla akrabalık sistemini kabul etmiş olsaydı Türklük iddiasında bulunmamaları gerekirdi düşüncesindeyim. Çünkü Orhangazi’den itibaren Osmanlı sultanlarının eşleri çoğunluklu olarak Avrupa Milletlerinin Hıristiyanlarının kızlarından oluşmaktadır. Haliyle kendilerini takip eden Osmanlı hanedanı mensupları Türk olmaktan çıkmakta avrupayi milletlerin hemen hepsiyle etnik köken birliğine mensup olabilmektedirler. Bu yüzdendir ki Osmanlı hanedanı ana soyuyla akrabalığı reddetmiştir. Biyolojik kökeni terk edip farazi kökenle Türk olmuşlardır. Tabi buna sosyal ve kültürel açıdan Türklük demek daha uygun düşebilir kanaatindeyim. Bu yüzden Osmanlı halifelerinin hilafet sistemine göre geçerli olması zordur, hatta imkansızdır kanaatindeyim.