Osmanlıdaki kabadayılığın, günümüz kabadayılık anlayışından çok farklı olarak; her türlü kötülükten uzak duran, yiğit, iyi yürekli, yardımsever, garibanın hakkını koruyan insanlardan oluştuğunu söyleyebiliriz. Onlar bir anlamda şehirlerin gizli adalet dağıtıcılarıydılar. Mahallenin namusu onlardan sorulur ve kızlar kollanıp korunur, mahallenin erkeklerinin ise kötü alışkanlık edinmelerine engel olurlardı.
Bu kahraman mahalle abilerine deyim yerindeyse mahallenin başına çökebilecek olan bir musibetin ilk engelleyicileridir de diyebiliriz. Kendilerine has kuralları olan ve kendilerine has raconlar uygulayan bu kimselerden hem korkulur hem de saygı duyulurdu. Onlar sayesinde mahalleden bir kadın geçtiğinde tüm esrarkeşlerin, alkoliklerin sigaralarını avuç içlerinde sakladıkları ve kadınla göz göze gelmemek adına arkalarını duvara döndükleri bilinmekteydi.
Osmanlı döneminde İpsiz recep adıyla ünlenen kabadayı “ipsiz” lakabını elinde avucunda ne varsa fakire fukara verdiği için bu ismi aldığı söylenmektedir. Bugün elde ettiğini bugün ihtiyaç sahiplerine dağıtmasıyla ünlüymüş. O dönemler fakir olan halktan kişilere kabadayılar ellerinden geldiğince zengin esnaftan topladıkları paralarla yardım etmekteydiler. Bu davranış biçiminin günümüzdeki haraç kavramıyla yakından uzaktan alakası yoktur. O dönemim kabadayıları aynı zamanda zengin esnafın sadakasını, zekâtını vermek için kişi sordukları gerçek insan kaynakları listesini oluşturmaktaydılar.
Osmanlı döneminde yine ünlenmiş kabadayılardan olan “Şık Manol” ünlü İstanbul kabadayıları arasındadır. Hayatı boyunca hiç silah kullanmamış ve adam öldürmemiştir. Giyimine çok fazla özen gösterdiği için bu lakabı alan ünlü kabadayı karıştığı kavgalarda sadece yumruklarını kullandığı bilinmektedir. Şık Manol’un aslen Tokatlı olduğu kayıtlara geçmekle birlikte sadece toplumda huzuru bozan kişilere karşı savaş açtığı bilinmektedir. Yaşanılan yerdeki düzeni ve huzuru bozmaya yeltenen kim varsa o dönemlerde karşısında onu bulmuştur.
Zira kabadayıların en fazla o dönemlerde korktukları şey ise “Madara” olmaktır. Madara olmak; kendi itibarını kaybetmek, halk tarafından kötü bilinmek manasına gelmekteydi. Bu gariban birine haksızlık yaptıklarında başlarına gelebilecek bir durumdu. Fakir fukara, kimsesiz bir insana zararları dokunsa çevreleri tarafından ayıplanacaklarını bilmekteydiler. Kendi içlerinde kabadayılar birbirlerine hürmet gösterirler ve saygıda kusur etmezlerdi. Kendi aralarında anlaşmazlıkları olsa da bunu çevreye ve halka yansıtmazlardı.
Kendi aralarında argo konuşan bu İstanbul abilerinin o dönemlerde mahalle koruyuculuğu ve ortam asayişini sağlamaya çalıştıklarını birçok okuduğumuz kaynaktan öğreniyoruz. Umuyorum bu haftaki makalemizi beğenmişsinizdir. Sevgiyle kalın…