Bizler çiçek deyince doğum günlerimizde, evlilik yıldönümlerimizde birbirimize hediye ettiğimiz buketleri aklımıza getiriyor olabiliriz çoğunlukla lakin saksılarda büyüyen çiçeklerin varlığı da hiç azımsanmayacak kadar halen evlerimizin içerisini süslemektedirler. Bazılarımız evlerimizin içerisinde kaktüs ve Aleo vera gibi dayanıklı çiçekler bakmayı tercih ederken, bazılarımız nazlı mor menekşeleri, evlerinde misafir etmeyi tercih etmektedirler.
Çiçeklerle ilgili çiçeklere dair; Osmanlı dönemine ait olan günümüzde artık unutulmuş olan bir naif adetten bahsedeceğim bugün sizlere. Peki, o kadim görenek nedir sizce? Elbette Pencere önü çiçekleri…
Sardunyalar, o kocaman çiçekleriyle rengârenk iri teneke kutularda balkonlardan aşağıya doğru özgürce sarkmışlar. Tüm mahalleyi kırmızılı beyazlı karanfillerin kokusu sarmış. Pembe renkli yediveren gülleri ise o dönemin ahşap sokak kapılarının etrafına sımsıkı sarılmışlar ve yeni gelin edasıyla yoldan gelip geçenleri selamlamaktadırlar.
Özellikle o dönemlerde iki katlı ahşap evlerin açık balkon kapılarından dışarıya yayılan kızartma kokusuna ise balkonlarda yetiştirilen biberiye, fesleğen, adaçayı gibi ıtırlı aromatik bitkilerin keskin kokusu eşlik etmekteydi. Osmanlı döneminde evlerin pencerelerinin önlerinde çiçekler hiç eksik olmazlardı. Bu pencere önlerinin gerçek müdavimlerinin renklerinin ifade ettikleri ise mutlaka bir anlamları vardı.
Hoşgörüye ve din, mezhep çeşitliliğine sahip Osmanlı devletinde yazılı olmayan kurallar sayesinde insanlar birbirlerine saygı ve sevgi çerçevesinde hayatlarını idame ettirmekteydiler. Örneğin eğer o gün pencerenin önünde sarı renkli bir çiçek varsa bu evde hastanın olduğunu işaret etmekteydi bu sarı renkli çiçekler. Nitekim “sarı renk” hastalığı ve hastayı temsil ediyordu ve kapının önünde gereksiz ses etmeyin anlamı taşımaktaydı. Bu çiçekleri gören seyyar satıcılar ise mallarını ballandıra ballandıra bağırarak anlatmadan bu pencerelerin önünden sessizce geçmekteydiler.
Pencerenin önünde kırmızı renkli çiçekler varsa bu evin içerisinde evlenme çağına gelmiş bir kızın olduğunu işaret etmekteydi bu kırmızı renkli çiçekler. Görücü usulü evliliklerin yaygın olduğu Osmanlı da o dönemlerde apansız bu evlerin kapısı çalınır ve kız istemeye gidilirdi. Bekâr oğlu olan anneler bu evlerdeki kızlara daha dikkat ederler ve ailelerine layık bir davranış içerisinde olup olmadıklarını takip ederlerdi.
Mavi renkli çiçekleri olan pencerelerdeki evlerde yaşayanların derin bir üzüntüsü olduğu anlaşılırdı. Yas döneminde olan yahut yeni vefat eden yakınları olan bu evlerin pencerelerinde bu çiçekler yer alırdı. Sadece sokaktan geçenler değil o mahallede yaşayan insanlar da bu evlerde yaşayan insanlara karşı daha özenli ve şefkatli davranırlardı. O dönemden mi kalmıştır bilmiyorum ama mezarlıkların üzerine halen günümüzde çiçek olarak özellikle sümbüllerin ekilmesinin de o zamanlardan gelen bir adet olabileceğini düşünmekteyim.
Düğün hazırlığında olan evlerde ise pencerelere beyaz renkli çiçekler konulmaktaydı. Bu evde yaşayan kız yahut oğlan evlenme aşamasındadır denilmek istenmekteydi. Böylelikle gereksiz insanların görücüye gelmeleri engellenmekteydi.
Günümüzde elbette bu adet kalmadı. Eskisi kadar balkonlarda çiçekleri de görmüyoruz. Beton yapıların artmasıyla birlikte bahçeli evlerin varlığı da kayboldu. Bu evlerin kaybolması çiçeklerin yaygın şekilde evlerde yetişmesine engel oldu. Ben unutulan bu naif âdetimizden bu makalem vasıtasıyla sizleri de haberdar etmek istedim. Çiçekli günler diliyorum Sevgiyle kalın…